Imposter Sendromundan kaçış: Liderler için ekiplerini sağlıklı tutma yolları
Çoğu kişinin birinci elden deneyimlediği imposter sendromuna karşı yapılabilecekler ve bu süreçte liderlere düşenler
Diğer yazılımcıların bir araya geldiği haftalık toplantıda konuşulanları takip etmeye çalışıyorum. Tartışılan konu, üzerine çok fazla düşündüğüm ve farklı çözümler sunabileceğim bir konu olmasına rağmen dinlemeyi seçiyorum. Takım arkadaşlarımdan birisi bir öneride bulunuyor, diğeri onun fikrini sınıyor. Öyle farklı fikirler ortaya çıkıyor ki benim düşünmediğim bir çok farklı açıdan yaklaşıyor herkes. Kendi fikrimi ortaya atmam daha da güçleşiyor. Bir noktadan sonra “Nasılsa benim söyleyeceklerimi duymaya ihtiyaçları yok” diye düşünüyorum kendi kendime. Tamamen sessiz kalıyorum. Toplantı bitiyor.
Bu toplantıdan biraz zaman geçiyor. Bu sefer kendimi bir beyaz tahtanın önünde buluyorum. Birisi eline kalemi almış, hararetli bir şekilde tahtaya kutular çiziyor, onları birbirine bağlıyor. Ben de dinleyenler arasındayım, aklımda bir kaç soru işareti var ama sormaya fırsat bulamıyorum. Başkaları soruyor, ben de onaylamak için kafamı sallıyorum. Bu plansız toplantıyı da sessiz kalarak tamamlıyorum. Bir karar veriyoruz, masama gidip gerekli Jira görevlerini oluşturmaya koyuluyorum.
Eve döndüğümde içimde kötü bir his oluşmaya başlıyor. Etrafımda bu kadar iyi yazılımcı ve yönetici varken bana neden ihtiyaçları olsun? Acaba beni işe almakla hata mı yaptılar? Acaba görüşmelerde kendimi fazla mı sattım? Belki de aslında çok başarısızım ve burada şansa görev alıyorum…
Yukarıda anlattığım ve gerçekten defalarca yaşadığım bu hikaye size de tanıdık geldi mi? Yukarıdaki örnekler başımdan geçen sadece iki tanesi. Bu hisler ne yazık ki bir kere farkına varınca da bir anda ortadan kaybolmuyor. Özellikle yeni bir işe başladığımda, yeni bir pozisyona terfi ettiğimde, hiç tanımadığım bir ortama ilk defa girdiğimde ya da daha önce hiç yapmadığım bir işi yaparken bu hisleri tekrar tekrar yaşıyorum.
Yazıya daha fazla devam etmeden önce, benim bir psikolog olmadığımı bildiğinizden emin olmak istiyorum. Ben bir yazılımcıyım. Ancak kendimi defalarca bu gibi durumların içinde buldum. Böylece bu gibi hislerle nasıl baş etmem gerektiğini gerek okumalar yaparak, gerek koçluk alarak gerekse profesyonellerle konuşarak bir şekilde aşmayı öğrendim. Bu yazıda da bu hislerle kendimin nasıl baş ettiğini ve bunu yaparken neler öğrendiğimi anlatacağım. Ancak unutmamak gerekiyor: Bu yazının amacı yaşadığınız psikolojik bir soruna yanıt bulmak değil, eğer bu konuda sorun yaşıyorsanız profesyonel bir destek almanız sizin için olabilecek en iyi çözüm olabilir. Böylece siz de duygusal olgunluğunuzu arttırabilir ve kendi çözüm yollarınızı bulabilirsiniz. Lütfen psikolojik destek almaktan çekinmeyin!
Daha önceki Codefiction yayınlarından birinde Imposter Syndrome’a değinmiştik. Eğer ilginizi çekerse o bölümü buradan dinleyebilirsiniz. Bu hafta o zaman konuştuğumuz konuların üzerine yeni tecrübelerimi ekleyerek bir yazı yazmaya karar verdim.
Farkındalık
Bir çok farklı açıdan farkındalık önemli bir erdem. Ama ben bir adım daha geriye götürerek size “Pluralistic Ignorance” yani Türkçe’siyle “Çoğulcu Cehalet”ten bahsetmek istiyorum. Bu sosyal psikoloji terimi, bir topluluğun üyelerinin çoğunluğunun bir normu reddetmesi ancak yanlış bir şekilde çoğunluğun o normu onayladığını varsayarak, bu norma uyarak yaşamını devam ettirmesi durumu olarak tanımlanıyor. Bu durumda özelinde örnek vermek gerekirse, aslında herkes kendinden sürekli şüphe duyuyor fakat bu hissi yaşayan sadece kendimiz zannediyoruz. Çünkü çoğunlukla kimse bu kaygı ve kuşkularını dile getirmiyor. Özellikle bizim için zor gelen bir problemi etrafımızdakilerin kolayca çözdüğünü görmek bizi bu düşünceye farkında olmadan da daha fazla itiyor. Üstüne üstlük bu gibi durumlarda performansımızla ilgili geribildirim toplamak da gitgide zorlaşıyor. Çünkü sahtekarlığımızın onaylanmasından korkmaya başlıyoruz.
Bu genel farkındalık dışında, bir de kendimize dönük bir şekilde kendimizi mümkün olduğunca açık görüşlü bir şekilde incelememizin önemli olduğunu düşünüyorum. Yani demek istediğim kendinizle, ne bilip ne bilmediğinizle, barışık bir yaşam yaşamanız çok önemli. Eğer kendinizin eksiklerini kabullenirseniz ve bunu çözmek için içtenlikle ve meraklı bir şekilde hareket etmelisiniz. Şüphe duymaktan vaz geçemiyor olabilirsiniz, ancak en azından açık görüşlü olmak o eksiklerinizi kapatmanıza ya da kendinizi içtenlikle sınamanıza yardımcı olacaktır.
Beklentiler
Yeni bir işe başladığınızda ya da yeni bir pozisyona terfi aldığınızda kendinizi bir sahtekar gibi hissetmeniz aslında çok normal. Gelin bir örnek üzerinden gidelim.
Diyelim 5-6 yıldır yazılımcılık yapıyorsunuz ve kariyerinizi değiştirip yöneticiliğe geçmeye karar verdiniz. Bunun için de bu pozisyona geçişi terfi ya da kariyer yolu üzerinden değiştirerek geçişinizi yaptınız. Bu senaryoda kendinize hatırlatmanız gereken en önemli şey; Sizin yöneticilik tecrübeniz henüz yok! Yani aslında kendinizi bir sahtekar gibi hissetmeniz çok normal! İstediğiniz kadar kitap okumuş, yöneticilikle ilgili bütün konferans konuşmalarını dinlemiş ve aklınızda teorik bir “iyi yönetici” imajı oluşmuş olabilir. Ancak siz, yeni bir yönetici olarak bunların hepsini tecrübe edecek, çoğu zaman başarısız olacaksınız. Hatta öyle ki kariyerinizde bir çok kişi sizin yüzünüzden firmadan ayrılacak. Yani teorik bilginizle uygulamaya geçtiğinde bir çok farklı problemle karşılacak ve bunları çözmekte zorlanacaksınız.
Başka bir örnek verelim. Mesela çok başarılı bir öğrenci olarak Türkiye’nin en iyi bilgisayar mühendisliği bölümünden mezun oldunuz ve bir firmada çalışmaya başladınız. Kendinizden beklentileriniz çok yüksek. Ama gerçekçi olacak olursak, eğer üniversitede tam zamanlı olarak büyük bir firmada çalışmıyorsanız, tecrübeniz yok. Belki bitirme ödevleri, projeleri yapmış olabilirsiniz. Ancak bunların hiçbirinin arkasında nakit akışı problemi yoktu. Dolayısıyla onlar için verdiğiniz kararlar rekabetçi bir ürün firmasında çok daha farklı verilecek. Yani, kendinizi hiçbir şey bilmiyor gibi hissedeceksiniz. Çünkü aslında, dost acı söyler, çok da bir şey bilmiyor olabilirsiniz. Dolayısıyla bu hisse kapılmanız çok normal.
Söylediklerimin biraz karanlık bir tablo çizdiğini biliyorum. Ancak beklentilerinizin gerçekçi olması sizin sürdürülebilir bir kariyer oluşturmanızı sağlar. Yanlış anlamayın, kendinden beklentisi her zaman olması gerekenden çok birisi olarak yüksek beklentilerin sizi motive ettiğini biliyorum. Ancak gerçeklerle örtüşmediğinin farkında olmanız kendinizi bir sonraki adıma hazırlarken size üzerine çalışacak bir baz sağlayacaktır.
Entellektüel tevazu
Eğer içinde bulunduğunuz durumun yeterince farkına varıp, kendinizden beklentilerinizi de buna göre düzenleyebilirseniz günün sonunda kendinizle barışık bir düzen kuracağınıza eminim. Ama burada yapmanız gerektiğini düşündüğüm bir başka çok iyi davranış ise “entellektüel tevazu” (Intellectual humility).
Duke Üniversitesi’nden sosyal psikolog Mark Leary The Psychology of Intellectual Humility başlıklı makalesinde bu konuyu derinlemesine ele alıyor. Kısaca özetlemek gerekirse bu, kişinin doğru bildiği şeylerin yanlış olabileceğini hesaba katması anlamına geliyor. Yani bu aslında kendinden şüphe duymak değil de, daha ziyade kendi bilgini meraklı bir şekilde karşındakinin tecrübeleriyle geliştirebilmek de diyebiliriz. Peki bunun konumuzla ne alakası var?
Yukarıdaki örneklere geri dönelim. Hani yeni işe başladığınız ya da daha önce yapmadığınız bir role terfi ettiğiniz örneklerden bahsediyorum. Gözlemlerime göre bir çok kişi, hatta zaman zaman ben de, böyle bir değişiklik sonrası her şeyi bilmesi gerektiğine o kadar ikna oluyoruz ki sonunda eksiklerimizi göstermekten çekiniyoruz. Bu durumda cahilliklerimiz, bilmediklerimiz, eksiklerimiz ve tecrübesizliklerimiz ortaya çıkmasın diye bunlarla ilgili soru sormuyoruz. Anlamadığımız ya da bilmediğimiz konularda sorular sormadıkça da bilmediklerimiz küçük tümseklere, oradan tepelere ve sonunda dağlara dönüşüyor. İster istemez kendimiz için yarattığımız bu çok yüksek dağın görüntüsünden kendi gerçekliğimizi kaybedebiliyoruz. Bunun tüm sebebi de “aptal” gibi görünmemek.
Kimi zaman bir çok insanın toplantılarda “saçma bir soru soracağım” ya da “belki aptalca olacak ama “ diyerek fikir beyan ettiğine tanık olmuşsunuzdur. İşte aslında bu kişinin soruyu “saçma” ya da “aptalca” diyerek sormasının sebebi aslında bir savunma mekanizması. Çünkü soruyu soranın bir korkusu var, o da “aptal” durumuna düşmek. Ama yine de bu soruyu sorabiliyor olması, hiç sormamasından iyi!
Emin olun, sizi işe alan ya da terfi ettiren kişiler sizin zaten her şeyi bilmenizi beklemiyorlar. O yüzden ne kadar çok “saçma” ya da “aptal” soru sorarsanız kendinizi o pozisyonda o kadar rahat hissedersiniz.
Liderlere düşen görev
Bir lider olarak ekibinizde güvenli bir ortam yaratmak sizin sorumluluğunuzda. Ekibinizdekilerin rahatlıkla “aptalca” sorular sorabileceği bir ortam hazırlayıp ve üstelik bunu “Aptalca soru yoktur” gibi klişeler söyleyerek değil onların meraklarını dile getirebilecekleri, birbirleriyle rahatlıkla tartışmalara girip eksikliklerini açığa çıkartmaktan çekinmeyecekleri bir ortam hazırlayarak yapmalısınız.
Bence bunun için atılması gereken en önemli adımlardan birisi, akıl sağlığının da fiziksel sağlık gibi günden güne değişebileceğinin normalleştirilmesiyle başlıyor. Bunun yanında da ekip üyeleri için psikolojik olarak güvenli bir ortamın yaratılması ve zayıflıkların ya da hata yapmanın normalliğini anlatmalısınız. Burada liderlerin örnek olarak fark yaratabileceklerini düşünüyorum. Örneğin hata yaptığınızda hatanızı herkesle paylaşmak ve ne öğrendiğinizi göstermeniz sizi küçültmeyecek aksine daha güçlü ve güvenilir bir lider haline getirecektir.
Hepimiz psikolojik bir çok bunalımdan geçiyoruz. Çoğu zaman da bunu yalnız yaşıyoruz ve şanslıysak atlatıyoruz. Bu tarz yaşadığımız sorunları yöneticilerimiz, ekip arkadaşlarımız ya da çevremizde güvendiğimiz kişilere açmamız bu süreci daha hızlı atlatmamızda bize yardımcı oluyor. Bu son konuyla ilgili son zamanlarda denk geldiğim ilginç bir konuya değinerek yazıyı kapatmak istiyorum. James Pennebaker, Amerikalı bir psikolog ve Yahudi soykırımından sağ kurtulanlarla bir çalışma yapıyor. Bu çalışmada Nazi kamplarında tutsak olarak kalmış farklı yaş gruplarındaki kişilerin sağlık durumlarını ve yaşadıkları travmaların etkilerini araştırıyor. Hipotezi, baskılanmış ve konuşulmayan travmatik olayların fiziksel sağlığı kötü yönde etkilediği. Buradan yola çıkarak bu kişilerle düzenli olarak buluşarak yaşadıkları deneyimi anlatmalarını istiyor. Bu çalışma sonrasında da bu kişilerin sağlıklarını ve yaşam şartlarını takip etmeye devam ediyor. Sonuçta anlatanların daha az doktora gittiğini ve fiziksel sağlıklarının iyiye gittiğini keşfediyor.
Yani bu tarz sorunlar yaşıyorsanız, kendinizi çıkmazsa hissediyorsanız lütfen bunun hakkında birileriyle konuşun. Hatta bu gibi durumlarda profesyonel bir terapistten destek almayı sakın ihmal etmeyin. 🙏
Yine kendimi zora sokup belki çok da haddim olmayan konuları ele almaya çalıştım. Lütfen 👉 geribildirimde 👈 bulunmayı pas geçmeyin! Gelecek haftadan itibaren orada gördüğüm soruları yanıtlayacağım bölümler yayınlamaya başlayacağım!
Tam da bu sendromun üzerindeki etkilerini gözlemleme aşamasında Twitter'da yazınıza denk gelmek güzel bir eşzamanlılık hissi yarattı. Benim açımdan aydınlatıcı ve motive edici bir yazıydı. Ellerinize sağlık! Podcast yayınınızı bilahare dinleyeceğim. Başarılar dilerim.
Yazıyı bu durumu yaşamadığım zaman okuduğumda bu kadar anlamlı gelmemişti. Benim için de motive edici ve moralimi düzelten bir yazı oldu. Elinize sağlık. Teşekkürler.