Mantığın yer çekiminde yaratıcılık
Doğru cevabın peşinde geçen yıllardan, yaratıcı sorulara uzanan bir yolculuk.
Küçüklüğümden beri bir şeyi çözmekle meşguldüm. Matematik problemleri, gökyüzündeki yıldızların hareketi, fizik kitaplarındaki formüller… Hepsi bana mantığın büyüsünü fısıldıyordu. Ama bir şeyi uzun süre fark etmedim: Bu kadar çok “doğru cevap” peşinde koşarken, aslında hata yapmaktan korkmayı öğreniyordum.
Üniversitede fizik okurken bu korku iyice yerleşti. Her şeyin bir doğru cevabı vardı. Ama içimde, cevaplardan çok sorulara tutunan bir yanım vardı. İşte bu yazı, o yanın yıllar sonra nasıl kendine alan açtığını anlatıyor.
Üniversite sonrası, yazılımcı olmaya karar verdiğimde bu alışkanlık benimle birlikte geldi. Kod yazmak da bir bakıma fizik problemi çözmeye benziyordu. Belirsizliği azaltmak, netlik üretmek, sistemli düşünmek gerekiyordu. Her ne kadar yazılım dünyasında “yaratıcılık” kelimesi sıkça geçse de, bu çoğunlukla dar bir alanın içinde kıvranan teknik çözümlerle sınırlıydı. En iyi çözüm genellikle en sade, en verimli olandı. Yani zihin, uçmaya kalksa bile, eninde sonunda mühendislik mantığının yer çekimiyle yere inmek zorundaydı.
Bu yüzden ben de güvenli olanı seçtim. Yaratıcılığın uçsuz bucaksız çöllerinden değil, mantığın çizilmiş yollarından yürümek bana daha konforlu geldi. Belki de yıllarca hata yapmaktan korkarak, içimdeki yaratıcı sesi yavaşça susturdum… fark etmeden.
Uzunca yıllar boyunca yaratıcılığı, doğuştan gelen bir yetenek olarak gördüm ve bana o yetenek bahşedilmemişti. Oysa şimdi fark ediyorum: Yaratıcılık bana uzak değildi. Ben, ona yaklaşmaktan korkuyordum.
Peki Yaratıcılık Nedir?
Yaratıcılık, en basit haliyle yeni ve faydalı fikirler üretebilme kapasitesidir. Bu fikirler bazen bir problemi çözmek için, bazen de sadece anlam yaratmak için ortaya çıkar.
Psikolojide bu kavram genellikle iki temel özellikle tanımlanır:
Özgünlük (novelty): Daha önce düşünülmemiş, sıradanın dışında bir şey.
İşe yararlılık (usefulness): Üretilen fikrin bir bağlamda anlamlı ya da işlevsel olması.
Yaratıcı Olmak Ne Demektir?
Yaratıcı olmak, çoğu zaman “büyük” fikirler bulmakla karıştırılır. Oysa yaratıcı olmak, alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkabilme cesaretidir.
Bu bazen şöyle görünür:
Aynı probleme herkesin baktığından farklı bir açıdan bakmak,
Denenmemiş bir şeyi denemeye gönüllü olmak,
Birbiriyle alakasız görünen iki fikri bir araya getirip yeni bir şey üretmek.
Yani yaratıcı olmak, sadece zeka değil, aynı zamanda duygusal cesaret işidir. Çünkü yaratıcı olmak, “ya komik görünürsem?”, “ya yanlış anlarsam?”, “ya tutmazsa?” gibi korkularla yüzleşmeyi gerektirir.
Bu bağlamda, yaratıcılığı bastıran faktörleri düşünürsek;
Hata yapma korkusu
Mükemmeliyetçilik
Sürekli dış onaya ihtiyaç duyma
Zaman baskısı ve sonuç odaklılık
“Bunun bir doğrusu vardır” inancı
İşte bu yüzden, yaratıcılıktan önce çoğu zaman İZİN gerekir:
Kendine hata yapma izni.
Bu izni, kendinize tanımaya başladığınızda enteresan bir şey oluyor: Zihin yavaş yavaş kıpırdanıyor. Sorular, meraklar, saçma gibi görünen fikirler yeniden yüzeye çıkıyor.
Mantığın susturduğu o iç ses, “ya şöyle denesek?” demeye başlıyor. Ve işte o an, yaratıcılığın kıyısına gelmiş oluyorsunuz.
Ama burada durmak yetmiyor. Çünkü içsel izinle birlikte bir de alışkanlık dönüşümü gerekiyor. Yaratıcılık sadece hisle değil, pratikle de beslenen bir kas. Tıpkı spor salonunda geliştirilen bir kas gibi.
Peki nedir bu yaratıcı kası geliştiren yöntemler? Yani bir mühendisin, bir analitik beynin, bir hata yapmaktan korkan zihnin, yaratıcılığa daha fazla alan açması için neler yapması gerekir? İşte benim kendi yolculuğumda en çok işime yarayan bazı pratikler:
Kötü fikirleri yazmak: İlk taslaklar çöp olabilir, olmalı
Bir yazar şöyle diyordu: “Kaleminde birçok iyi hikaye vardır, ama önce kötü olanları çıkarman gerekir.” Bu fikir beni özgürleştirdi. Çünkü artık ilk fikirlerimin mükemmel olmak zorunda olmadığını biliyorum. Bir fikir ne kadar saçma görünürse görünsün, onu yazmak, konuşmak, paylaşmak… Bu bir temizlik. Kötü fikirler çıkmadan, iyi fikirler nefes alamıyor.
Belirsizliğe alışmak: Cevap yoksa sorun da güzeldir
Yıllarca netlik aramış bir zihin için bu zor. Ama belirsizlik, yaratıcı düşüncenin doğal habitatı. Artık bazı soruları cevapsız bırakmayı öğreniyorum. “Bu sorunun cevabını henüz bilmiyorum ama zihnimle biraz oynayayım” diyebiliyorum. Apple Notes’ta “düşünce denemeleri” adını verdiğim bir klasör var. Yanıtı olmayan sorularla dolu. Çünkü bazen sadece soruyu sormak bile yeterince yaratıcı bir eylem.
Alan değiştirmek: Disiplinler arası geçişler
Yaratıcılık, çoğu zaman bir şeyi bilmekle, tamamen başka bir şeyi bilmek arasında doğar. Fizik bilen biri olarak, tarih kitapları okumak, resim sergilerine gitmek, psikolojiyle uğraşmak zihnimi zenginleştirdi. Kod yazarken, aklıma bir Rilke şiiri düşüyorsa bu tesadüf değil. Zihin bazen çözümü, doğrudan aradığı yerde değil; komşu disiplinlerde bulur.
Sürümlemek: Bir fikir değil, on fikir üretmek
Yaratıcılığın en zor tarafı şu: iyi fikir kendiliğinden gelmez. Ama çok fikir üretmeye başlarsan, içlerinden biri illa ki parlar. Ben artık bir fikir bulduğumda, kendime “bunun 10 varyantını çıkarabilir misin?” diye soruyorum. İlk fikir neredeyse her zaman en klişe olandır. 6-7’den sonrası ise yaratıcılığın başladığı noktadır.
Duygulara alan açmak
Yaratıcılık sadece zihinsel değil, aynı zamanda duygusal bir süreçtir. Korku, kırılganlık, özlem, utanma... Bu duygular yaratıcı üretimin ham maddesidir. Eğer onları bastırırsan, fikirlerin de yüzeyde kalır. Yazmak, üretmek, denemek — bunların hepsi duygusal alan açma pratikleridir.
Yıllar önce fizik okurken tanımıştım Richard Feynman’ı. Onu sadece kuantum elektrodinamiğindeki katkılarıyla değil, hayata karşı duruşuyla da seviyordum. Benim üniversitedeki kahramanımdı. Ama yıllar sonra farkına vardım ki, kahramanlığı kibirli bir bilgelikten değil; çocuksu meraktan, hata yapmaktan korkmamaktan geliyordu.
Manhattan Projesi gibi dünyanın en ciddi görevlerinden birinde çalışırken bile, kasa kilitlerini kurcalayan, notlara karikatür çizen, mektuplarının kontrol edilmesini proteste ederken kontrol memurlarını trolleyecek kadar muzip biriydi. Ona göre yaratıcılık, zekanın değil — oyun oynamayı bilen aklın işiydi.
Ve belki de asıl cesaret, karmaşık konuları basitçe anlatabilmekte, ya da başarısızlığı bir oyun gibi tekrar tekrar oynayabilmekteydi.
Benim için bu yazının özü de burada yatıyor: Yıllarca mantığın yer çekimiyle yere basan bir zihne sahipken, şimdi hata yapmayı göze alarak biraz havalanmayı öğreniyorum. Artık sadece doğru cevapları aramıyorum.
Bazen, tıpkı Feynman’ın öğrettiği gibi, cevapsız kalmak da bir yöntem.
Çünkü bazen en yaratıcı keşif, o eski soruya yeni bir gözle bakabilmekte gizlidir.
Ve belki de… “Bilim nedir?” sorusuna verilebilecek en güzel cevap, çocukça bir merak olabilir.
Güzel bir yazı olmuş Mert hocam ellerine sağlık.