Görünmez duvarlar: Kariyerimizi yavaşlatan tuzaklar
Başarımızı sınırlayan en güçlü bariyerler, kendi içimizde ördüğümüz 6 engel.
Yıllar önce yöneticiliğe başladığım bir firmada, daha ilk haftamın sonunda inanılmaz bir korku ve stresin içine sürüklendiğimi hatırlıyorum. Şirketin neredeyse her süreci en ufak ayrıntısına kadar tanımlanmıştı: planlamaların nasıl yapılacağı, hangi tarihlerde gerçekleşeceği, her yazılımcının seviyesine göre beklentilerin ne olacağı, ekiplerin nasıl kurulacağı… Her şey ama her şey önceden belirlenmişti.
Kurallarla büyümüş biri için adeta bir cennet sayılabilecek bu düzen, benim için kısa sürede bir kabusa dönüştü. Kendimi, zihnimin içinde görünmez bir hapishaneye kilitlenmiş gibi hissetmeye başladım. Etrafıma baktığımda sadece şirketin mükemmel görünen işleyişini ve kendi yetersizliklerimi görüyordum. Zihin duvarlarım bana sürekli fısıldıyordu: “Sen burada eksiksin. Sen daha az şey biliyorsun.”
Bugün geriye dönüp baktığımda, aslında bu hapishanenin hem bana işkence eden bir zindan hem de bu düzenin altında yatan sorunları görmemi engelleyen bir duvar olduğunu fark ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde konuk olduğum Enderinko Podcast’te de tam olarak bu konuları konuştuk. Liderlerin en büyük mücadelesi çoğu zaman ekipleriyle değil, kendi içlerindeki görünmez duvarlarla oluyor. 🎙️ Dinlemek isteyenler için bölümü buraya bırakıyorum: Enderinko Podcast - Modern Liderlikte Başarı Formülü
Çünkü gerçekte hepimiz, farkında olalım ya da olmayalım, kendi hapishanelerimizi inşa ediyoruz. Ve bazen bu hapishaneler sadece bizi değil, birlikte çalıştığımız insanları da zincirliyor. Gelin şimdi bu olası hapisaneleri örneklerle inceleyip ne şekilde kurtulabileceğimizi beraber tartışalım. Konuştuğumuz örnekler size uymuyor olabilir, o yüzden de her örnekle birlikte kendi içinize dönebilmeniz için bir kaç soru da paylaşacağım.
Geçmiş Başarılar Hapisanesi
Sarah, çok büyük bir teknoloji firmasından ekibime katılan bir yöneticiydi. Hatta mülakat süreci o kadar heyecanlı geçmişti ki, teklif verdiğimiz akşam ben bile heyecandan uyuyamamıştım. Böyle birini kazanmak üzerimden çok büyük bir yük alacaktı.
Başlangıçta gerçekten de öyle oldu. Yıllar boyunca dev bir organizasyonda edindiği deneyimleri, alışkanlıklarını ve yöntemlerini yanında getirdi. Ama bir süre sonra fark ettim ki, Sarah’nın getirdiği bu yöntemler onun için adeta kutsal kurallar gibiydi. Onları sorgulamıyor, başka türlü bir yol mümkünmüş gibi davranmıyordu.“Biz hep böyle yaptık”
Bir zamanlar başarıya götüren bu kalıplar, bugün onu ve ekibi zincirleyen bir hücreye dönüşmüştü. Geçmiş başarılarının duvarları, bugünün ihtiyaçlarını görmesini engelliyordu. Nitekim zaman içinde ekip huzursuzlanmaya başladı, kaygılar arttı ve beklenen o yönetici büyük bir soruna dönüşmeye başladı. Sarah bunu zamanla çözebildi elbet ama o gün şunu öğrendim: Geçmişin tecrübeleri pusula olabilir, ama onları yasa haline getirdiğinizde en parlak yöneticiler bile kendi zihinsel hapishanelerine kendilerini zincirleyebiliyor.
💭 Soru: Bugünkü kararımı geçmişte işe yaramış bir yöntemi kopyalayarak mı veriyorum, yoksa bugünün şartlarını gerçekten görerek mi?
Kontrol Takıntısının Hapishanesi
Murat, çalıştığım en yetenekli proje yöneticilerinden biriydi. Yurtdışında yıllarca deneyim kazanmış, Harvard’da yüksek lisansını yapmış, sonra da ailesi için ülkeye dönüp prestijli bir firmada çalışmaya başlamıştı. Onunla aynı masada olmak insana güven veriyordu; bilgisi, disiplini ve birikimi tartışmasızdı.
Ama Murat’ın kendi zihinsel hapishanesi çok netti: kontrol takıntısı.
Karar verme zamanı geldiğinde herkese danışmak zorundaydı. “Ben yeterince bilmiyorum, daha çok öğrenmeliyim” duygusu zihnini kemiriyor, o yüzden her detaya hakim olana kadar adım atmıyordu. İçten içe şunu düşünüyordu: “Eğer başkaları karar verirse kontrolü kaybederim. Kimseye güvenemem.”
Başlangıçta bu yaklaşım güvenli bir liderlik gibi görünüyordu, ama zamanla ekibi yordu. Çünkü hiçbir karar, Murat’ın onayı olmadan ilerleyemiyordu. Ekip arkadaşları onun hapishanesinde yaşamaya başlamıştı: sürekli bekleyen, sürekli onay arayan, sürekli tıkanan bir ekip.
Murat’ın hikayesinden öğrendiğim şey şuydu: Kontrolü bırakmadığınızda, aslında kontrolü daha çok kaybediyorsunuz. Verimli olan, zincirleri sıkılaştırmak değil, başkalarına alan açmayı öğrenmek.
💭 Soru: Bu kararı %100 emin olana kadar ertelemeye mi çalışıyorum, yoksa %80 bilgiyle adım atmaya cesaret edebiliyor muyum?
Korkuların Hapishanesi
Ekipte herkesin fark ettiği bir düşük performans vardı. Toplantılarda sürekli gündeme geliyordu ama asla doğrudan dile getirilmiyordu. Yöneticimiz, konuyu açması gerektiğini biliyordu. Ama her seferinde dolaylı konuşmayı seçti:
“Biraz daha dikkat edelim.”, “Önümüzdeki sprint’te daha sıkı çalışalım.”
Sorunun etrafında dönüp dururken zaman geçti, ekip gerildi, güvensizlik büyüdü.
Onu susturan şey neydi? Hepimizin zihninde yankılanan o ses:
“Ya kalbi kırılırsa?”
“Ya beni otoriter bulursa?”
“Ya saçma bir şey söylersem?”
Bu sesler, görünmez duvarların en kalın olanlarıdır. Çünkü korku yüzünden sustuğunuzda, aslında en çok kaybettiğiniz şey otoriteniz olur. Lider konuşmadığında, belirsizlik konuşur.
💭 Soru: Bu konuda sessiz kalmam gerçekten karşımdakini mi koruyor, yoksa kendi reddedilme ve yetersiz görünme korkumu mu?
Tanımların Hapisanesi
Birçok liderin kendi kendine ördüğü duvarlardan biri de rol tanımlarına sıkışmak. “Benim işim sadece operasyonu yürütmek.”
“Ben teknik kısımdan sorumluyum, vizyon koymak bana düşmez.”
Oysa bu, kendi kendine örülmüş bir hücreden başka bir şey değil. Üstelik çok güvenli ve konforlu da bir alan. Çünkü bu hapisane içinde kendini zorlamak yok, hata yapma riski yok, kendini sahneye atmak yok. Pamuklara sarılıp, sakin sakin pencereden akıp giden hayatı izlemek var. Bu aynı güvenli bir akvaryumda yüzmek gibi. Dışarıda okyanus var ama sen camlardan bir hapisane içinde dönüp duruyorsun.
Podcast’te de söylediğim gibi:
“Bugünden itibaren ulaşmak istediğiniz kariyere sahip olduğunuzu hayal edin. Vereceğiniz kararları, davranışlarınızı ve bakış açınızı o role göre şekillendirin. Size yetki verilmesini beklemeyin. Siz ilerlemeye devam edin ve emin olun bu etki görünmeye başlayacaktır.”
Rolünüzü daraltmak, aslında potansiyelinizi daraltmaktır. Liderlik çoğu zaman atandığınız rol değil, sizin üstlendiğiniz roldür. Yani bir davranış biçimi, bakış açısıdır. Bunu daha önce sevgili hocam Dinçer Özturan ile de linkedin üzerinden tartışmıştık. Rolünüzü daraltmak, aslında kendi geleceğinizi daraltmaktır. Peki sen, hangi ‘bu benim işim değil’ cümlesiyle kendini kendi akvaryumuna kapatıyorsun?
💭 Soru: Bu kararı ‘benim işim değil’ diye geri mi itiyorum, yoksa olmak istediğim rolün sorumluluğunu bugünden alıyor muyum? Olmak istediğim rolde olsaydım, burada nasıl davranırdım?
Kültürün Hapisanesi
Bir şirkette çalışırken sürekli aynı cümleyi duydum: “Bizim şirkette işler böyle yürür.”
O kadar sık tekrar ediliyordu ki, bir noktadan sonra kimse bunun aslında bir cümle değil, bir hücre kapısı olduğunu fark etmedi.
Ekipler arasında görünmez duvarlar vardı. Ürün ekibiyle yazılım ekibi aynı masada oturuyor ama birbirine bakarken gözlerinde aynı şey yazıyordu: “Onlar bizi anlamaz.”
O “biz” ve “onlar” ayrımı, kimsenin görmediği ama herkesin içinde büyüttüğü bir kanser gibiydi.
Bu hapishanenin en tehlikeli yanı, içeride güvenli hissettirmesidir. Dışarıda risk, çatışma, hata vardır; içeride tanıdık olan. Ama fark etmeden inovasyonu, merakı, iş birliğini havasız bırakırsınız. Bu hapisane hemen öldürmez; önce yavaş yavaş boğar.
Ben de o toplantılarda şunu fark ettim: En büyük kelepçe her zaman dışarıdan takılmıyor, içeride üretiliyor. İnsanların dilinde, tekrar tekrar dile getirdikleri “bizde işler böyle” cümlesi, ya da bunu ima eden davranışları, fark etmeden kolektif bir gardiyana dönüşüyor.
💭 Soru: Bu kararı alırken gerçekten ekibin çıkarını mı düşünüyorum, yoksa ‘bizde işler böyle yürür’ cümlesine teslim mi oluyorum?
Varsayımlar Hapisanesi
Çalışanların en sık kapandığı hücrelerden biri de varsayımlardır.
“Kaynak yok.”
“Üst yönetim izin vermez.”
“Ülke şartları buna uygun değil.”
Bu cümleler kulağa gerçekçi gelir, hatta çoğu zaman akılcı görünür. Ama işin aslı, çoğu denemeden vazgeçmenin bahanesidir. Hiç kimse kalkıp da “denemek istemiyorum” demez; onun yerine, kulağa olgun gelen bir kılıf bulur.
Benim gördüğüm en büyük tuzak şu: Bu varsayımlar zamanla kendi kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüşür. Yani önce “olmaz” dersiniz, sonra gerçekten olmaz. Çünkü hiç denememişsinizdir.
Varsayımların hapishanesi, hayallerimizi başlamadan öldüren en sessiz gardiyanlara sahiptir.
💭 Soru: Bu kararı düşündüğüm imkansızlık hakkında ne biliyorum? Elimde gerçek veriler mi var yoksa boşlukları ben mi dolduruyorum?
Hepimizin yolculuğunda, bizi görünmez duvarların içine sıkıştıran anlar var. Bazen geçmişin ağırlığı, bazen kontrol etme isteği, bazen de korkularımız ya da alışkanlıklarımız… İsimleri değişiyor ama his aynı: hareket ediyoruz sanırken aslında hep aynı yerde daireler çiziyoruz.
Psikolojide buna cognitive inertia yani zihinsel atalet deniyor. Carol Dweck’in growth mindset çalışmaları ise çıkış yolunu gösteriyor: “ben böyleyim” demek yerine, “öğrenebilirim, değiştirebilirim” diyebilmek.
Kariyerlerimize en büyük darbeyi çoğu zaman dış engeller değil, kendi inşa ettiğimiz bu duvarlar vuruyor. Daha yüksek bir role hazırlanırken geri çekiliyoruz, yeni bir fırsat önümüze çıktığında “olmaz” deyip kenara çekiliyoruz, potansiyelimizi kendimiz daraltıyoruz. Farkında olmadan kendi ellerimizle kendi tavanımızı örüyoruz.
Gerçek gelişim, önce bu zincirleri fark etmekle başlıyor. Çünkü kariyerimizi durduran çoğu şey dışarıda değil, içimizde.
💭 Son Soru: Senin kariyerinde seni en çok durduran hangi görünmez duvar? Ve bugün o duvarda açacağın ilk çatlak ne olacak?